Levent Bayraktar - Neyi, Niçin, Ne Kadar Korumalı?

Korumak, muhafaza etmek ve restore etmek çoğu zaman birbiri yerine kullanılan ve anlamları karıştırılan kavramlardır. Hatta bu kavramların yanına muhafazakarlık, nostalji gibi nicelerini de katmak gerekebilir. Oysa benzerlikler bulunmakla birlikte bu kavramlar özdeş kabul edilemez ve birbirlerinin yerine geçemez. Aslında biraz da meseleyi karmaşıklaştıran husus; yeni ve eski arasındaki tercihlerimiz ve onlara yüklediğimiz anlamlarda gizlidir.
Muhafazacılığı ve muhafazakarlığı eski olan her şeyi değerli kabul etmek ve maziye öykünmek şeklinde anlarsak acaba doğru bir tasavvura sahip olabilir miyiz? Şüphesiz hayır. Öyleyse eski olduğu halde korunması ve yaşatılması gereken nesne veya değer ne olmalıdır? Ya da soruyu tersinden soracak olursak: eski olan her şey değersiz veya yenisi ile yer değiştirmesi gereken bir şey midir diyebiliriz. Şüphesiz buna da hayır demek gerekir. Şu halde bir şey bizatihi ne eski olduğu için ne de yeni olduğu için iyi değildir. Bir şeyi iyi ve değerli kılan onun anlamı, işlevi ya da varlığı ile insanlara hizmet etmesidir.

İnsanoğlu tabiattaki bütün öteki varlıklardan farklı olarak bir bilinç, hafıza ve şahsiyet varlığıdır. Bu hususiyetleri ile tabiat içerisinde kendisine beşeri bir âlem kurar. Bunu yapabilmesi için mutlaka bir dil ve kültür ortamı içinde yetişmesi ve gelenekleri tevarüs edebilmesi bir zorunluluktur. Zira insan, zamanı, üç boyutlu olarak geçmiş, şimdi ve gelecek bütünlüğü ve sürekliliği içinde idrak eder, planlar ve yaşar. Zaman ve tarih, kesintisiz olarak birbirine eklemlenen ardışık süreçler bütünüdür. İnsan, bu bütünü hafıza ile idrak eder. Toplumlar ise tarih ve kültür içinde aynı şeyi fark eder ve bilinç kazanır.

İnsanda hafıza olmaksızın bir bilinçten söz edilemediği gibi, toplumlarda da hafıza, tarih şuuru ile kazanılır. Tarih şuuru, hem şahsi hem milli kimliğin idrak ve iktisap edildiği bir sahadır. Dolayısıyla burada geçmişi kutsamak değil geleceği tasavvur etmek esastır. Böylece tarih şuuru önümüzü aydınlatan bir fener gibidir ya da olmalıdır.

Tarih, hafıza ve şuur arasındaki ilişkiler doğru kurulduğunda görülecek olan şey, kültür ve medeniyet sahasındaki kesintisiz akıştır. Hadiseye bu açıdan bakıldığında her çeşit ve katmanda kültür ve medeniyet varlıklarının korunması, yaşatılması ve daha da önemlisi yaratıcı gelenekler ihdas edilerek ihya edilmeleri bir nevi varoluş meselesidir. Zira toplumlar varlıklarını yaratıcı gelenekler kurarak ve bunları nesilden nesile aktararak muhafaza ederler. Öyleyse muhafaza edilecek ve edilmeyecek olan şey nedir ve muhafazakarlıktan da ne anlaşılmalıdır diye sorabiliriz. Eğer bunu kısa ve net bir şekilde cevaplamak gerekirse muhafaza edilecek şey özdür, değerdir. Bu öz ve değerin formu veya kılıfı zaman içerisinde değişmiş, başkalaşmış hatta dönüşmüş bile olabilir. Yeter ki özü, manayı ve muhtevayı taşımaya ve ifade etmeye devam etsin.

Restorasyandan ne bekliyoruz ve beklemeliyiz diye sorulduğunda ilk akla gelen şüphesiz eski eserlerin tamir ve bakımlarının yapılarak işlevlerini sürdürmelerini sağlamak olacaktır. Bu doğrudur ancak eksik bir yaklaşım da olabilir. Zira restorasyan madde ve mananın birlikteliğinin sağlanması ve sürdürülmesi olarak da okunabilir. Bir yandan da eski teknikler ve malzemelerin hala kullanılabilirliğini sağlamak ve o bilgi ve becerileri unutulmaktan kurtarmak da amaçlar arasında sayılabilir. Ama daha aşkın olan bir değerlendirme yapmak gerekirse restorasyondan beklenen şey, bütün zamanların ölümsüz eserlerini bugünün dünyasında bütün ihtişamlarıyla yeni tasarımcılara ve kültür adamlarına ilhamlar verecek şekilde canlı, dinamik ve işlevsel kılmaktır denilebilir. Bu aynı zamanda günümüz insanına ölümsüz eserler tasarlamak ve inşa etmek hususunda hem şevk ve ilham verecektir hem de teşvik edecektir. Çünkü bir eser meydana getiren bütün fanilerin ortak duygusu, eseri ile yaşamak anılmak ve hatırlanmaktır.

Yorumlar