Başlangıç
Yıllar evvel (14 Aralık
2011 Çarşamba) şu yazıyı yazmıştım;
“Kırk
defa tanısan aynı toprağın insanını kırk birinci de aynısı değildir, tanımakta
zorlanırsın... Sen de artık zamanla toprak kokarsın... Ve ilacı da yöntemi de
yoktur bunun... Her bucağının insanı "bir dünyadır" yurdumun...
Bazılarıyla güler; bazılarıyla ağlarsın… Öyle ya insandır nihayetinde...
Yaşadıkça
anlarsın…”
Bu yazıyı yazdığım gün
kendisinden şeksiz emin olduğum kişilerin bir çok yönü ile bugün tanışmış,
gelecekte tanımanın süreceğini unutarak, şüphesiz bir şekilde tanımanın
nihayete erdiğini düşünmüş bir durumdayım bugün.
Etrafımda yer alan
kalabalık içerisinde insanları dinlemek, onlara anlatmak kendimi, onları
tanımak konusunda mahir bir kişi olmak istiyorum. Buna neden ihtiyaç duyuyorum?
Neyi niçin birinden duymak ya da anlatmak arzusundayım?
İnandıklarımın
inanılması en elzem inançlar olduğunu birilerine anlatmak, onların inançlarını
anlamak gayretini içimde bulundurmam bir ayrıcalık mı? Masivaya meyletmemek,
etrafımdaki insanların itelemeleri-ötelemeleri sonucunda masivadan pay almak
mecburiyetinde bulunmam ne anlama geliyor? Ben neden en çok istediğimi: anlatma
ve anlamayı hepsinden öte tanımayı insanları elime yüzüme bulaştırıyorum?
Başlangıçtan Sonraki
Bölüm
Bahattin Karakoç üstad,
kim bilir belki o da kendini tanımak türünden bir tanımak ruh haline değinerek
hayatını şu şekilde tanımlıyor;
“Yürüdüm yürüdüm
yürüdüm; bir de baktım ki kendi okyanusumun kıyısındayım.”
Sonuç
“Kırk
defa tanısan aynı toprağın insanını kırk birinci de aynısı değildir, tanımakta
zorlanırsın... Sen de artık zamanla toprak kokarsın... Ve ilacı da yöntemi de
yoktur bunun... Her bucağının insanı "bir dünyadır" yurdumun...
Bazılarıyla güler; bazılarıyla ağlarsın… Öyle ya insandır nihayetinde...
Yaşadıkça
anlarsın…”
Yorumlar
Yorum Gönder