Felsefe Bilim Tarihi Seminerleri 7

BU YAZI KIYMETLİ BÜYÜĞÜMÜZ RÜŞTÜ ATMACA'NIN AYNI ADLI BLOĞU'NDAN Ç-ALINMIŞTIR.

İhsan Fazlıoğlunun 04.12.2013 tarihinde Kagem’de verdiği felsefe bilim tarihi seminerinde aldığım notlar aşağıdadır.
Bilimin Tanımı: Verili gerçeklik küresine bağlı olgu ve olayların önceden tanımlanmış ilkelere ve yöntemlere göre düzenli,tutarlı ve rasyonel bilgisidir. Burada ki rasyonel kelimesini “çıkarımsal,gidimli” akıl olarak da alabiliriz.

Bu tanım en genel tanımdır. Bu tanımdan yola çıkarak hadis,tarih,matematik,fizik bilimlerini de bilim olarak kabul edebiliriz.

Örneğin hadis biliminin bir gerçeklik küresi vardır ve o kürenin nesneleri vardır ve o neslerin bilgisi belli bir yöntem dahilinde ,dizgeli ,sistematik ve tutarlıdır. Bundan dolayı da rasyoneldir.

Bilimlerin muhatap oldukları gerçeklik küreleri değiştikçe olgu ve olaylar da değişir. Olgu ve olaylar değiştiğinde bunları ele alan yöntem de değişir. Yöntemde;
- Gerçeklik kümesi yoksa bilgi olmaz. Şey yoksa bilgi olmaz. Her türlü bilme faaliyetimizin bir gerçeklik kümesi vardır. Bu bizim ontolojimizdir yani varlıkça o bilimin zeminidir.

- Tutarlılık ,sistematiklik ve rasyonaliteden de taviz veremeyiz. Bir gerçeklik küresi sezgisel olarak bilinebilir ama bu bilginin paylaşılabilirliğinin azalması demektir.
Bilginin rasyonel olması aslında bilginin ilzam ediciliğini ortaya koyar.Rasyonel bilginin en önemli özelliği insanlar arasında en paylaşılabilir ve ilzam edici olmasıdır.

Rasyonel bilgiden korkulmaz ama bütün bilginin de rasyonel rasyonel bilgiye indirgenmesi problemlidir. Modern dönemde bütün bilgi rasyonel bilgiye indirgenmeye çalışıldı. Halbuki insanın “fıtri,mücerret,hadsi,meadi akıl” gibi bir çok farklı aklı vardır. İnsan sorunları,kaygıları tek rasyonel akılla çözülecek sorunlar değildir. Günümüzde ki temel sorun tüm bilginin istidlali akla indirgenmesidir. Rasyonel aklın kendisi sorun değildir. İslam medeniyeti buna en uygun örnektir. İslam medeniyetinde üretilen tefsir,hadis,fıkıh,matematik gibi ilimlerin hepsi usuli ilimlerdir ve usuli ilimlerin temeli de rasyonel akıldır. Her hangi bir dönemde istidlali akılla yazılan metinleri bugün rahatlıkla anlaşılabilirlerdir. Biz bugün İbni Sina’nın ,Aristonun metinlerini okuyup anlayabilmemizin sebebi budur. Ancak bir tasavvuf metnini anlamak için oraya katılmak lazımdır. O metinleri sadece okuyup analiz etmek yetmez. Orada sezgisel aklın ürünü olan bir dünya olduğu için o anlam dünyasına girilmedikçe onlar anlaşılmaz.

Modern dönemde ki bilim çatışmasının nedeni de din değil,rasyonel aklın dini dönüştürmek istemesidir. Bu özellikle bizim kültürümüz de geçerlidir. Din-bilim çatışması belki batı kültürü için doğrudur ama bizim kültürümüzde böyle bir durum söz konusu değildir. Biz de hiç bir düşünür dinle istidlali aklın bilgisini yanyana (eşit olarak) koymaz. İnsan önce müslüman olur sonra felsefeci,sanatcı,bilim adamı olur. müslüman bilim adamında ki ayrılık yan yana değil üst üstelik manasındadır. İnsan önce inanır,sonra felsefe,bilim,kelam yapar. Yani hiç bir zaman inancını diğerine yada diğerini inancına tercih etmez.

GERÇELİK KÜRELERİ
İnsanın muhatap olduğu iki temel gerçeklik küresi vardır.bunlar;
a-Doğa Gerçeklik Küresi(Tabiat)
b-Hayat Gerçeklik Küresi (Hayat)

Doğa ve hayat gerçeklik küreleri farklı olduğu için nesneleri de farklıdır. Nesneleri farklı olduğunda da bu kürelerin/nesnelerin bilme yöntemleri de farklı olacaktır.
Tabiat önce gelir yani tabiat olmadan hayat olmaz. Başka bir deyişle beden olmadan akıl olmaz.

Doğa ve Hayat Alanlarının Farkları

1- Tabiat bize rağmen vardır,bizim irademizin,bizim ihtiyarımızın ,tercihlerimizin sonucu var değilken
Hayat insanın ürettiği bir şey olması bakımından bize bağlıdır.
Bir çocuk doğduğu andan itibaren hemen hayatın içine çekilip alınır. Tabiata bırakılan bir çocuk şartlar ne kadar uygun olursa olsun üç saat içerisinde ölür. Çocuk doğduğunda hemen yıkar,kundaklar ve besleriz. Bütün bu eylemler tabiatta yoktur.

2- Tabiat mevcut bakımından insanın dışında ama idrak cihetinden insana bağlıdır.Hayat ise insanın ürettiği bir şey olması bakımından insana bağımı ama bilinebilirlik açısından objektiflik kazanmıştır. Bu bilinebilirliğini ilk defa sistematikleştiren de İbn-i Haldun’dur. Elbette ki daha önceki dönemlerde de örneğin Aristo,İbni Sina gibi kişilerde hayatın bir gerçeklik olarak görmüşlerdir ama bu gerçeklik küresiyle ilgili ciddi bir teori geliştirememişlerdir. Bunu yani hayatın objektifliğinin teorisinin yolunu Fahrettin Razi açmış İbni Haldun’da Mukaddime de sistematize etmiştir. İbni Haldun Mukaddime’sin de “Nasıl ki tabiatın bir sünnetullahı varsa ,hayatında bir sünnetullahı vardır” demiştir. Daha önceki dersler de olgu ve olayların bilinmesi için 6 özelliği taşıması gerektiğinden bahsetmiştik.Bunlar;
-Zaman ve mekanda olacak
-Yapı ve düzen özelliği gösterecek
-Nedensellik özelliğine sahip olacak
-Tanımlanabilir ve sınırlanabilir olacak
-Akledilebilir olacak
-Denetlenebilir,tekrarlanabilir olacak.
İbni Haldun tarihsel olgu ve olaylarda bu özellikleri taşıdığını söylemiştir.

Hayat insan eyleminin cisimleşmiş halidir. Tabiat ise somut olarak vardır. Bu istidlali akılla söylenmektedir. Birisi kalkar da “Tabiatta Tanrının eyleminin bir sonucudur” derse onun yaptığı bilim değil teoloji veya irfan olur. Gazali der ki “Evreni Tanrı yarattı dedikten sonra ki evren hakkında ki tüm kurgu sana aittir. “

3-Tabiatta olgu ve olaylar somuttur. Hayatın nesneleri eylemdir. Eylemin faili vardır. “Eylem eyleyen ister(aktör)” Tabiatta ki olgu ve olayların faili yoktur. Modern ve çağdaş bilimde evrenin faili yoktur. Fail yoktur amil vardır.Evren de aktörler değil faktörler vardır.
Aktörler eyler,faktörler etki eder. Dolayısıyla sonuçlar ortaya çıkar. Sosyal bilimler de aktörlere bakarız. İrade sahibi bir aktör aramayız doğada. Aradığımızda bilim değil başka bir şey olur.
Sosyal bilimlerin nesnesi eylemlerdir,doğa bilimlerinin nesnesi somut olgu ve olaylardır daha doğrusu fizik nesnelerdir.
Eylemlerin bir niyeti vardır.
Eylemlerimizin bir amacı vardır.Doğada ki olguların bir amacı varmıdır bilmiyoruz.
Eylemlerimizin bir gerekçesi olur.
Neden :Nereden geldi
Niçin:Ne için önemlidir.
Tabiatta neden,hayatta niçin sorusu sorulur. Niçin sorusu doğa bilimleri için sorulmaz,sorulduğunda teolojik bir bilim inşa edersin ki klasik gelenekte bilimler böyledir.

Nasıl sorusu bir işleyişi merak etmektir. Nasıl yağmur yağar sorusu aslında yağmurun yamğasına etki eden faktörler nelerdir bu faktörler arasında ki ilişki nedir sorusunun cevabıdır. İlişki varsa o ilişki formüle edilebilir.
Sosyal bilimler de de bir ilişki vardır ve bu ilişki formülsel bir ilişki değil niçine dayalı bir ilişkidir.
İnsan eylemlerinde karar vardır. Doğada karar mekanizmalarını varsa da bilemeyiz. Sadece değişkenleri,unsurları analiz edip şu sonuç çıktı deriz. Ama insan eylemin de o insanın bir kahharı vardır. Özellikle ahlak felsefesinde bu karar mekanizması son derece önemlidir. Neye göre karar veriyoruz,hangi değişkenler kararımızı vermede etken oluyor.
Niyet,amaç,gerekçe ve kararı topladığımızda eylemin bir mana paketçiği olduğunu görürüz. Evrende bir mana aramayız. Evrene istidlali olarak yapılan bütün anlam yüklemeleri mecazidir.
Havkins 2500 yıl boyunca kelamcılarla filozofların tartıştığı meseleyi çözdü. Bu mesele kısaca “evrenin zamanda bir başlangıcı varmıdır yokmudur” sorunudur. Kelamcılar kabaca vardır derken filozoflar yoktur demekteydiler. Hawkins evrenin zamanda başlangıcının olduğunu söylediğinde dincileri haklı çıkartığına dair baskılara maruz kamış o da bunun karşısında büyük patlamada tanrıya gerek yok demiştir. Ama daha sonra bundan da vaz geçerek tanrıya gerek var yok benim meselem değil demiştir.

Hakim,Mütehakkim,Tahakküm ve Hüküm
bunlar fıkıh usulunden alınmış bir ayrımdır.
Hükmetmek ,hakim olmak eşyanın doğasına uygun davranmaktır. İnsan kendi nefsini eşyaya dayatırsa bu tahakkümdür. Tahakküm yapan kişi mütehakkimdir buda zulümdür. Çünkü adalet her şeyi yerli yerine koymaktır.
Somut odaklı düşünmek ahlaksızlık yaratıyor. Somutu elde etmek için bütün yollar meşru oluyor. Halbuki bizim vazifemiz yaşamaktır.Başarılı olup olmamak değil. İnsanın başına gelebilecek en büyük tehlike tekebbürdür. Tekebbür şirkle eşittir. Tekebbür “yerini bilmemezliktir”.

Doğal Gerçekliği ve Hayat Gerçekliğini Nasıl Biliriz
Doğal gerçekliği dikkate aldığımızda gözlemciyizdir.Onun yaratımında,çalışmasında etkimiz yoktur. Evrende durağan olan bir toplu iğnesi kadar nokta yoktur. Gerçeklik tamamlanmamıştır.
Doğa bilimlerinde insan gözlemciyizdir. Evren insan gözlemciden bağımsızdır? Ne kadar bağımsızdır? bu sorular şunun için önemlidir. Özellikle Hessen ,Grosman ve Thomas Khun ‘un metinlerinden sonra “biz bilimin trensandant ,aşkın,metafizik bir yapı olmadığını ,toplumsal,beşeri,bağlamsal bir yapı olduğunu kabul ettiğimizden dolayı insandan bağımsız bir gerçeklik varmı yokmu bunu tartışıyoruz.”
Bir şeyin var olması ile idrak edilmesi farklı şeylerdir. İnsan yoksa evrenin idraki olmaz.
İdrak noktasında benden bağımsız evren yok. Biz evrenin karşısında pasif değiliz. Evrenin görünüşünün inşasında aktifizdir. Baktığımız an gerçeklik bize göre şekil kazanıyor. Evren var ama bizim onunla girdiğimiz ilişkiye göre vardır.
Farklı bir doğumda yada yapıda olsaydık gerçekliğin idrakide farklı olacaktı.
Doğanın idraki insan gözlemci olarak doğayla girdiğim ilişkide hasıl olan bir sonuçtur.
İnsan gözlemcinin idrak üzerinde ki ilişkisini sosyal bilimlere aktardığımızda insanın durumu nedir? İnsan gözlemci yerine insan yorumcu geçecektir. Biz sosyal gerçeklikte ,tarihte,hayatla ilişkiye girdiğimizde idrakimiz basit bir kognisyon değil yorum eşliğindedir. İstanbulun fethini bir ağacın incelenmesi gibi bilemeyiz.Ona yorum katarak,yorumlayarak bilebilirim.

Fizik dünyaya yönelik idrakim gözlemci iken,sosyal bilimlerde idrakim yorumcuya dönüyor.
Gerçekliği nasıllıkla ele alıyoruz.Nasıllık bir mekanizma inşa etmek,bir ilişki belirlemektir ve bu bir açıklama modelidir. Biz evreni açıklarız.Ama İstanbul’un fethi için açıklama yetmez birde anlamı/a vardır.

Anlam ifade etmeyen şeye nesne muamelesi yaparız. İnsan ilişkilerinde de böyledir. Birisi anlam ifade etmiyorsa ona değer vermeyiz. Değer anlam ifade ediyorsa verilir.
Tarihimizle olan ilişkimizin kopması anlam ve değerimizi kaybetmemizden kaynaklanmaktadır.
Bir milletin tarihiyle irtibatını kuracaksanız ,o milletin anlam ve değer dünyasını tarihiyle yakınlaştırmalısınız. sosyal bilimlerin de aslında işi budur.

Biz sosyal bilimlerde insan yorumcu olarak nesnemize baktığımızda o nesneyi açıklamanın yanında anlamaya da çalışırız.
Açıklama;Açığa çıkartmadır. Neyi açığa çıkartırsın? Bilmek aslında “invisible” olan şemaların “visible” şemalara dönüştürmektir. Bu dönüşümü formüllerle ,denklemlerle görünür hale getiririz. Hafi olanı celi hale getiriyoruz ve bunu ya metamatikle yada geomterik modellerle yapıyoruz. Gizli olan değişkenleri modelliyoruz,dolayısıyla yasalıyoruz. Yasalayıcı açıklama.Bütün doğa bilme eylemi yasalayıcı açıklamadır.
Bilmek evrenin insancaya tercümesidir. Onu ancak biz o şekilde idrak edebiliriz. Makuiyetimize taşıyamadığımız hiç bir şeyi idrak edemeyiz.

Türkiyede ki dini yaşantının makuliyeti yoktur. Onun için irtibatımız çok zayıftır. Kelamımız yok. Şu Şu anda ki dini inancımız 150 yıl önceki babaannelerimizin dini inanclarının yüksek islam inancı haline getirilmiş halidir.

Sosyal bilimler de anlama yorumlayıcı anlamadır. Muhakkak anlamaya yorum eşlik eder. Sosyal bilimler de perspektif çok önemlidir. Perspektifi olmayan adam yaratıcı olamaz. Bütün büyük sosyal bilimler teorileri bir perspektifdir. Dolayısıyla sosyal bilimler perspektif bağımlıdır.
Tarihi önünde küçük düşmüş bir milletin başarı şansı yoktur. Massignon’un “bir milleti bir sefer yenmek istiyorsanız savaşın,sürekli yenmek istiyorsanız tarihin önünde küçük düşürün” sözü bu bağlamda önemlidir. Bizim millet olarak psikolojik ayar problemimiz vardır.

Fen bilimlerinde muhakkak bir teorik bakış vardır. Teori olmadan fen bilimi yapamazsınız. Önce hipoteziniz olacak,sonra onun deneyini yapıp,doğrulama/yanlışlamasını yapıp teori elde edeceksiniz. Bütün fen bilimlerinde teori bağımsız bir gerçeklik yoktur. Teori nesne yaratır. Teoriniz sağlamsa nesne üretir.
Doğa bilimlerinde ilişki tek yönlüdür. Ben ve doğa.Doğa bana balmaz. Doğa bildiğimiz kadarıyla bizi bilmeye çalışmaz. Sosyal bilimler çift yönlüdür. Biz sosyal bir teoriyi alıp toplumu dönüştürebiliriz. Biz onu belirleriz oda bizi belirler. Sosyal gerçeklik bir nevi canlıdır. Doğa bilimlerine ilişkin teoriler işe yaramadığında tarihsel olurlar. İyi bir matematikçi olmak için matematik tarihindeki teorileri bilmeye gerek yoktur.Sadece modern matematikte ki geçerli çağdaş bilgileri yeterlidir. Ama sosyal bilimler de iyi bir sosyal bilimci olmak için tüm teorileri bilmek gerekiyor.Çünkü o teoriler sosyal bilimin bir parçası haline gelmiştir. İstanbulun fethini yazacak birisi bu fetihle ilgili yazılmış tüm teorileri bilmek zorundadır.

Sosyal bilimler de bir anlama ufuk çizgisi vardır. Bir fizikçi ağacı incelerken bu kadar anlıyorum demez. Ama bir sosyal bilimcinin anlama ufku vardır. Anlam ufku kişinin ,yorumcunun sınırıdır.

sosyal bilimcilerin işi zor ve hayatidir. Bir matematikçi milleti ne kurtarır ne de batırır.Ama tarihçi,felsefeci bir milleti kurtarabilir de batırabilirde..

Yorumlar