Felsefe Bilim Tarihi Seminerleri 3

BU YAZI KIYMETLİ BÜYÜĞÜMÜZ RÜŞTÜ ATMACA'NIN AYNI ADLI BLOĞU'NDAN Ç-ALINMIŞTIR.

06.11.2013 Çarşamba günü Kagem'de İhsan Fazlıoğlu'nun verdiği Felsefe Bilim Tarihi seminerinde aldığım notlar aşağıdadır. Bu notlar tamamen kendim içindir ve insan nisyanla maluldür cümlesinden hareket ederek derslerde zihnimde kalan artıkların ilerde unutulup kaybolmasına izin vermemek içindir. Hocanın derste de belirtiği gibi yazı dış hafızadır ve ben böylece dış hafızamı içselleştirmek için emek sarf ediyorum sadece.

Eğer siz yarınınızdan hem maddi hem manevi emin değilseniz, güvenlik kaygısı taşıyorsanız, söylediklerinizden dolayı başınıza bir şey geleceğinden kaygılanıyorsanız orada bilim üretemezsiniz.

Şehir küçük ölçekli politik bir birimdir.

Şehir artı değerin ortaya çıktığı yerdir.

Şehir maddi ve manevi emniyetin ortaya çıktığı yerdir.

Şehir boş vaktin olduğu yerdir.

Şehir başka hiç bir işle uğraşmayan ya da sadece tefekkür eden entellektüellerin olduğu yerdir.

Madde olmadan mana olmaz. Hiç bir zafer sadece dualarla kazanılmamıştır. Belli bir organizasyonla kazanılır. Ama tek başına madde yeterli değildir. Muhammed Şah Fenari şöyle der; "Bir siyasi otorite siyasetini ilimle hal edemezse/çevreleyemezse sürekli olmaz. Kısa vadeli başarılar elde eder ama sürekli olmaz." Dolayısıyla her siyasi iktidar bu ilmi haleyi finans ederek maddi imkanları örgütlemek zorundadır. Bu açıdan şehir sadece kendiliğinden nevş-u nema bulan bir yer değildir, örgüt işidir ve bu örgütte madde ve mana birlikteliğini çok ciddi bir şekilde organize edilmelidir.

Şehirler tarımı ortaya çıkarmıştır ve tarımın ortaya çıkarttığı en önemli şey gökyüzü ile yeryüzü arasında kurulan ilişkidir. Gökyüzünün dilinin sökülmeye başlanmasını sağlamıştır. Çünkü toprağın ekilip biçilmesi için sürekli gökyüzüyle temas halinde olmanız gerekir. İlk rasathaneler Mezopotamya da bunun için kuruluyor. Buna göre takvim yapılıyor, mevsim tayinleri yapılıyor.

Şehrin en önemli özelliklerinden birisi yazıyı üretmesidir. Yazının son derece önemli iki aşaması vardır;

1-Fenikelilere kadar olan dönem çivi yazısına dayanır,

2-Fenikelilerden sonra alfabeye dayanan yazı türleri vardır.

Bilinen tüm yazılar Fenike alfabesinden türemiştir, Çince de dahil. Son yıllarda yapılan kazılarda elde edilen bulgularda Fenikelilerin de alfabeyi Ugaritlerden aldığını ortaya koymaktadır. Fenikeliler tüccar kavim olduklarından alfabeyi yaygınlaştırmışlar ve onların adları bilinir olmuştur.

Türkiye de ki entellektüel ortamın en büyük sorunu hafıza sorunudur. Arşivimizi okuyamıyoruz, Osmanlının yazılı metinlerini kastetmiyorum sadece. Geleneklerde bir milletin arşividir. Süleymaniye'ye gittiğimizde orasının mimari yapısının dilinden bahsediyorum. Bizim için orası sadece kütüphane. Mimari dilinden anlamadığımız için konuşamıyoruz. Sadece uzmanlar anlıyor ve konuşuyor. Bugünkü entellektüellerin hepsinin bu dile aşina olması gerekir.

Nutku aslından okuyamayan bir entellektüelle Türkiyenin hangi meselesini konuşabilirsiniz. Bu devletin politik kurucu metnini okuyamayan bir entellektüel zümremiz var. Felsefe hocalarımız 1965'te yayınlanmış Weber'in Felsefe Tarihi okuyamıyorlar. Niye arşiv tarafımızdan okunmaz halde. Bu iyidir kötüdür meselesi değil, vakıayı tespit ediyoruz. Dolayısıyla yazı hafızadır. Çünkü insanın bireysel hafızası onunla beraber gidecek. İnsanlık tarihi dış hafızadan gider çünkü birey ortadan kalkar. Aristo diyorum nereden biliyorum, onu diriltip konuşturamıyorum, onun yazdıklarından biliyorum. Onun yazdıkları elimize ulaşmasa Aristo yoktur. Tarihte yazdıkları elimize ulaşmamış bir sürü filozof bulunmakta.

Bizim dış hafızamız yazıdır. Buna ilerde tarih diyeceğiz. Aynı çağda yaşadığımız insanla iletişim için yazıyı kullandığımız gibi farklı nesiller arası zihinsel aktarımı da yazıyla sağlarız.

Dil basit bir araç değil bir milletin dış hafızasıdır. Dış hafıza iki işe yarar;

1-Çağdaş nesiller arası bilgiyi aktarmaya,

2-Nesiller arası bilgiyi aktarmaya.

Hafıza yani yazı bilgiyi depolar. Hiç geometri kitabının olmadığı bir yerde öğretimde baştan sona insanın keşfettiği geometriyi birey olarak 30-40 yılda üretemezsin. Şimdiye kadar üretilmiş bilgiyi öğreniyorsun, öğrenme işi büyük oranda dış hafızada ki bilgiyi temessül etme işidir, bu aşamadan sonra yani temessül ettikten sonra bilgiye yeni bir şeyler eklersiniz. Türkiye de gelen olmadığı için ek yapılamıyor. Gelene ek gelenektir. Gelenek geçmişte kalan bir şey değildir.

Sümerler yazıyı keşfederek büyük bir iş yapmışlardır ve biz bugün tarihi yazıyla başlatıyoruz. Ondan önce tarih yok mu, var ama onu geçmiş kabul ediyoruz çünkü onu ancak yorumlayarak elde edebiliyoruz.

Yazı bilgiyi depolar, biriktirir, nesiller arası aktarımı sağlar ve bunun sonucu olarak da kütüphane kavramını üretir. İlk kütüphaneyi Sümerler kurmuştur. Tablet kütüphanelerdir. Kütüphane bir medeniyetin ya da kültürün iddiasının temsilidir. Tarihte iddialı medeniyetlerin en çok övündüğü şey kütüphanedir. Kütüphanen yoksa dış hafızanın boyutu küçüktür. Kütüphanen ne kadar büyükse dış hafızan da o kadar büyüktür, insanlığın ortak hafızasından o kadar pay alıyorsun demektir.

Müslümanlar Bağdatta ilk Beytül Hikmeyi kurduklarında kütüphane açıyorlar ve bu kütüphaneye kitap koymak için o zamanki medeniyetlerin hepsinden kitap topluyorlar.

Sosyal bilimler de perspektif çok önemlidir. Noktayı nazar. Nazar tek başına yetmez. Hangi noktadan baktığında önemlidir çünkü o noktadan baktığın nazar manzaranı yaratacaktır.

Kitap kavramını İslam Medeniyeti yaratmıştır. İslamdan önce iki kapaklı kitap kavramı yoktur çünkü kağıt yoktu. Kağıt sadece Çin de biliniyor (kağıt Çince dir.) ama orada da ipekten üretildiği ve çok pahalı olduğu için imparatorlukta sadece sarayda kullanılmaktaydı. Kağıtı ucuz malzemeden ilk defa Uygurlu ustalar üretti. Abbasilerin Uygur topraklarını fethettiği dönemlerde bu ustalardan Semerkanta getirilip kağıt fabrikası kurularak ucuz kağıt üretimine başlanılıyor. İslam dünyasında ki büyük dönüşüm kağıtın kullanılmasıyla başlamıştır.

Bütün klasik kültürü kitabileştiren İslam medeniyetidir. Aristonun eserlerini bile papirüslerden kitaba aktaran müslümanlardır. Aristo MÖ 3.yy ile MS 1.yy arasında yoktur. MS 1.yy da İtalya'da bulunan papirüsler halinde ki eserleri Müslümanlar tarafından kitaba aktarılmıştır.

Türkiye'nin halen 1 milyonu aşan kütüphanesi yoktur. Mehmet Genç mütevazi bir ilmi çalışmanın 3 milyonluk bir kütüphaneyle yapılacağını söyler. Teknolojiden ve dönüşümden hiç çekinmeyin. Bizim için Allah’tan başka hiç bir kutsalımız yoktur.

Bildiğimiz bütün okul sistemini Sümerler kurmuştur. Önlük, yakalık uygulamaları oradan gelmiştir.

Eğitim sistemi ortak akıl ve ortak dil demektir. Bir kültürün organik sürekliliği o kültürün eğitim sistemiyle elde edilir. Trabzon'da okunan tarih kitabıyla Muğla'da okunan tarih kitabı farklı olursa ortak bir tarih bilinci inşa edemezsin. Bunun tarihsel olarak en güzel örneği medrese öncesi ve sonrası İslam dünyasıdır. Medrese öncesi İslam dünyasında 1000'in üzerinde fıkıh mezhebi 500-600' e yakın itikadi mezhep vardı. Bu kadar mezhebin ortaya çıkma sebebi ortak metinlerin olmamasıydı, ders kitabı kavramı yoktu. Her alim bulunduğu coğrafyada çekim alanı oluşturuyor ve onun etrafında mezhepler oluşuyordu. Bu dağınıklık 960'da Selçukluların İslam dünyasına girdiğinde ki durumdur. Fitne, fesat almış başını gidiyor, herkes birbirini öldürüyor. İslam tarihi sütten çıkmış ak kaşık değil, değerler üzerinden okunmadığında bunları görürsünüz.

Değerler üzerinden okuyarak bütün büyüklerimizi kutsal entitiler haline getirdik, ne eleştirebiliyoruz nede konuşabiliyoruz artık. Çünkü kutsal tenkit kaldırmaz.

Selçuklular geldiğinde dil paramparça, akıl paramparça, adalet, hukuk paramparça olmuş durumdadır. Aynı şeyi istemelerine rağmen ortak dil olmadığı için kavga eden insanlar vardı. Selçuklular medreseyi icat etmiyorlar keşfediyorlardı ve medreseyi insanların entellektüel birliğini sağlayacak bir enstrüman haline getirdiler. Bütün medreselerde okutulan kitaplar (Osmanlı, İran, Hint, Ortaasya)ın hepsi 1200'den sonra yazılmıştır. Ondan önce yazılan kitaplar okutulamaz çünkü ders kitabı dili yok. Ders kitabı bir milletin en önemli göstergesidir.

Bir milletin zihniyeti ders kitaplarından takip edilebilir. Çünkü üst seviyeli metinleri herkes okuyamıyor, ortak akıl ders kitapları üzerinden inşa edilir, hangi alan olursa olsun .Ortak dilde ders kitapları üzerinden inşa edilir.

Eğitim, öğretim, yazı, kitap hepsi bir araya geldiğinde bir milletin, bir kültürün sürekliliğini sağlayan en önemli etkendir. Selçuklular bunu başardı, İslam dünyasında ortak bir eğitim sistemi kurdular, dolayısıyla ortak metinler ürettiler, ortak bir dil üretildi bu dille eğitim gören insanlarda ortak akıl oluştu.

Hafızayı kitaplara koydun, nesiller arası sürekliliği sağladın bu şekilde birikim oluşturdun. Birikim sorgulamayı getirir. Yani kritik etme. O bilgiyi ayıklama ve çoğaltma.

Bir kişi İbn-i Sina'nın varlık görüşünü çalışacaksa yapması gereken iki şey vardır. (bu her hangi başka birisi veya bir konuda olabilir.)

1- ibni sina hakkında ki bütün literatürü çıkartmak, kaynakça. Niye? Harita olmadan nereye gideceksin.

2-ibni sinanın varlık görüşü hakkında tarihte kaç farklı sonuca varılmış ve bunlar nelerdir. Bu görüşlere katılmaya bilirsin ama ne söylenmiş bilmen gerekiyor. Birikim bilgiyi sorgulamayı gerektiriyor. Bugün birikimimiz olmadığı için sorgulama da yapamıyoruz.

Kütüphane, eğitim, yazı bir araya geldiğinde entellektüel süreklilik sağlanıyor. İbn-i Rüşd bunu çok güzel dile getiriyor."Yazı, kitap ve eğitim insan aklının türsel aklının sürekliliğini sağlar."

Bir düşüncenin dört temel özelliği vardır.

1-Kavramsal olacak,

2-Nedensel olacak,

3-Yöntemsel olacak,

4-Eleştirilebilir olacak. Eleştiriye açık olacak. Eleştiri, elemek, parçalamak, kritik etmek. Duygular bütüncül/holistik olduğundan eleştirilemezler.

Her şeyin başına İslam getirip ona kutsiyet kazandırıyoruz. İslam matematiği, İslam tıbbı gibi. Halbuki İslam matematiği değil müslümanların yaptığı matematiktir. Eğer İslam matematiği dersek matematiğe kutsiyet kazandırmış oluruz ve artık eleştirinin konusu olamaz. Ama müslümanların yaptığı matematik dersek o artık düşüncenin sahip olduğu özelliklerlerin hepsiyle muhatap olur.

Ebubekir Razi:Klinik Tıp

İbni Sina:Kıyasi Tıp

Geleneği kutsamakta yanlıştır, reddetmekte. Bir denge içerisinde olunmalıdır. Geleneksel tıbbı bilelim, atalarımız ne yapmış. Ama bunu bugüne taşımaya çalışmayalım yada kutsamayalım.

Beş vakit namaz kılıyorum bir beş vakit daha kılarsam çok iyi cebirci olurum mantığı yanlıştır. İyi cebirci olmak için çok çalışmalısın.

Senin değer dünyanın zenginliği, gerçeklik alanında ürettiğin bilgide sadece motivasyon kaynağı olur ama bilgide arta sağlamaz.

MÖ 10000 ler de yerleşiklik,

MÖ 8000 ler de tarım,

MÖ 3000 ler de yazı icat ediliyor.

Semitik kavimler tarihte çok önemlidir. Babilliler, akadlar semitiktir. Mezopotamya tarihi MÖ 3000 ler de başlayıp MS 300 lere kadar devam eder ve 17 kavim vardır. Yekpare ve sürekliliği olan bir kültürdür. Burada Mezopotamya da ilk kültür, ilk dil, eğitim sistemi, matematik, astronomi, tıp, edebiyat hep burada üretilmiştir.

Babilliler ilk sayı sistemini kurdular. 60 tabanlı sayı sistemi. Konumlu ve eklemeli sayıları kullandılar. Konum (basamaklı) sayı sistemini Romalılar bilmiyordu ve Avrupa 1472 ye kadar basamaklı sayı sistemini kullanmadılar.

Babilliler MS 1560 a kadar dünyada ki en gelişmiş sayı kavramına sahiptiler. İslam matematiği de dahil. Çünkü tam sayılar, kesirli sayılar, irrasyonel sayıları son derece rahat gösteriyorlardı.

Medeniyet tarih yazıcılığı bir milletin durduğu ve gideceği yerin öngörüsüdür. Avrupa da medeniyet tarih yazıcılığı 1840'a kadar Mısır merkezlidir. 1840' dan sonra Yunan merkezliliğe dönüşüyor.

1840'lar da Avrupada ırkçı teoriler gündeme gelmiş ve bundan dolayı kendilerini Yunana dayandırma ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu dayandırma işlemini büyük oranda da Almanlar yaptı. Almanlar tarihte geç kalmış bir millettir ve kendilerini Aryanlara dayandırıyorlar. Tarihe gittiklerinde ilk karşılaştıkları aryan ırk Yunanlılardır.

İslam geleneği medeniyeti Mezopotamya ile başlatır. Şu anki entellektüel perspektifimizde Yunanlılık baskındır.

İlk sürekli rasathaneyi kuran Mezopotamyalılardır. 2500 yıl sürekli rasat yapmışlardır. Çünkü gök cisimleri onların tanrılarıdır ve tanrılarını gözetlemek zorundalar. Rasathane bir ibadethanedir onlar için. Rasathanenin ibadethane fonksiyonu sürekli sürdüğü için rasathane kurmak medeniyetlerde problem olmuştur.

Klasik kültürlerde rasathane zic (gökyüzü haritası) çıkarıldıktan sonra işlevi biter ve ya yıkılır ya da terkedilirdi. Zicler ya satürn (30 yıllık) ya da jüpiter (12 yıllık) baz alınarak hazırlanırdı.

Mezopotomya da gökyüzü tanrı olduğu için rasathaneler sürekli var olmuş ama Yunan, Hristiyanlık, İslam da tanrı fonksiyonu olmadığı için işlevi bitince yıkılmıştır.

Sözcüklerle değil mevhumlarla düşünülmelidir. Sözcüğün anlamı olur mefhumun nesnesi. Sözcüğün, kelimenin anlamı olur ve anlam lügatta bulunur. Nesneyi görmeden kavramı elde edemezsin. İster tarihte ister gerçeklikte. Kiviyi görmeyen birisine, sözlüğü açar kiviyi tarif edersin. Anlam üzerinden mefhum oluşmaz. Ancak kişi kiviyi görüp tattığında kavram oluşur.

Bizim Türkiye'de sosyal bilimlerde ki en büyük sorunumuz mevhumu olmayan bir dil kullanmamızdır. Sözcüklerle, kelimelerle düşünmemizdir.

Yunana nispet edilen tiyatro, trajedi gibi sanatlar Mezopotamya kaynaklıdır. Mezopotamyalıların bilimi numerikti. Yunanlılar bu numerikliği geometrikliğe dönüştürdüler. Yine Mezopotamya kültürü ilk sistematik kültürdür ve diğer kültürler buna dayanır.

Yorumlar