Sezai Karakoç - Ruhun Dirilişi

Kitapta yer alan Ruhun Dirilişi, Dağ Çağrısı ve Hz. Yusuf’un Düşü adlı yazılar, 1969 yılında Mağara ve Işık adı altında kitap olarak yayımlanmış, diğer yazılar ise 1960 ve 1970 yıllarında Diriliş Dergisi’nde çıktıktan sonra, Ölümden Sonra Kalkış, Allah’a İnanma ve İnsanlık adlarıyla kitaplaşmıştır.

Ruh, insanın Rabbi’ni anlama, ona kul olma sorumluluğunu ifa etmede insan özüne nakşedilmiş “ilahi” şuurdur.

Hayat kitabımız, insanı “ahsen-i takvim” olarak niteler. Yani insan en güzel kıvamda yaratılmıştır.
Bu kıvamın gelip geçici, zamanla ölen maddi boyutuna karşın, kalıcı olan, zamanla eskimeyen, ölmeyen ruhi yönü insana “eşref-i mahlûkat” olması yolunu açar.
İşte değerlendirmeye gayret ettiğimiz eserde ruhun dirilişi özelde insanın, genelde ise bir medeniyetin dirilişi olarak ele alınıyor.

Diri ruhlar, ölü medeniyetleri diriltebilir. Ölü bir ruh zaten medeniyet inşa edemez. “Ruh nasıl dirilir?” sorusuna okuduğumuz kitaptan ilham alarak cevap vermek gerekirse: Ruh, aslına, sahibine, özüne döndükçe, Rabbi’yle irtibat içerisinde oldukça diridir. Var oluş hikmetinden bihaber olması, ruhun ölü olmasıdır.

Ruhun dirilişi, eşyaya, maddeye, yeryüzüne nübüvvet mührünü basmaktır. Her şeyi -hikmeti gereği- olması gereken yere koymaktır. Buna, yeryüzünü ilahi bir imar faaliyetine tabii tutmak, medeni bir mekân kılmak da diyebiliriz.

İnsan ruhunun öldüğü veya asıl yerinden edildiği her çağda, insana bu ruhu bahşeden ilahi Güç, nübüvvetle insanlık tarihine bir müdahalede bulunarak ruhların dirilişini görmek ister. Bu diriliş, hakkın batıla galebe çalıp örnek bir medeniyet kurmasıyla zirveye çıkar. Bu zirve noktalarını peygamberlerin hayatında görmekteyiz.

“Batı filozoflarından Niestzche ‘Tanrı ölmüştür.’ derken aslında ruhun öldüğünü söylüyordu diye tespit ediyor Üstad Sezai Karakoç. Yine Marx’ın, ruhun dirilişini maddenin dirilişi zannetme yanılgısını dile getirir. Oysa maddi bir diriliş İslam nazarında tek başına medeniyet vasfı taşımaz. Maddi refahı yüksek fakat cahili toplumlara Kuran-ı Kerim birçok yerde örnekler vermektedir.


(Salih peygamber kavmine şöyle demişti): “Bu bulunduğunuz hal üzere hep böyle güvenlik içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Bu bahçeler içinde ve pınar başlarında, bu ekinler, bu zarif görünüşlü, ince sürgünlü hurmalıklar arasında ve dağlarda hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi (mi sanıyorsunuz?) Öyleyse, artık Allah’tan yana bilinç ve duyarlılık gösterin ve bana itaat edin. Ölçüyü aşanların sözüne uymayın. O, ölçüyü aşanlar ki, yeryüzünde düzen ve uyum sağlayacaklarına bozgunculuk yaparlar!” Şu’ara 146-152

Ayet-i Kerimede de vurgulanan “Allah’tan yana bilinç ve duyarlılık” kanaatimizce Üstadın üzerinde durduğu ruhun dirilişidir. Diri bir ruh pencerelerini Rabbine sonuna kadar açmış ruhtur.

Ruhu özünden koparan medeniyet, maddeyi, eşyayı, tabiatı hor kullanır. Diriliş eri ise eşyayı Allah’ın koy dediği yere koyar. Her zerre diriliş erine - bu diriliş eri şuurlu mümindir- emanettir. Emaneti korumak esastır. Dolayısıyla üstada göre inanış “öz” inkâr ise “tepkidir”

Yeryüzünün karanlık zindanlara döndüğü, eşyaya bakışın alabildiğine yamulduğu, varlığın, özüne mugayir bir gelişme içinde olduğu zamanlarda “öz” bakışın ufuk şahsiyetleri olan peygamberler maddeyi putlaştıran zihniyet köklerini kazımaya gelmişlerdir. Maddeyi putlaştıran medeniyetlere yeni ufuklar açmışlardır. Yine Fırat- Dicle medeniyetlerinin çoktanrıcı zalimlerinin, ruhu öldürücü darbelerine başkaldırmış, putlarını yerle yeksan etmişlerdir.


Bu ufuk şahsiyetlerden ilham alabilen Müslüman aydın, önce kendini diriltip sonra Ortadoğu’yu her türlü batıl etkiden kurtarmalı, Afrika’ya ışık olmalı der Üstad. Gök tanrılarıyla insanı sindirmiş BABİL nasıl Hz. İbrahim’le dirildiyse, yer tanrılarıyla insanı silikleştirmiş MISIR Hz. Yusuf’la nasıl dirildiyse günümüz insanı da Allah’ın kulu ve dostu olduğunu ciddiye alarak bu diriliş yolculuğuna çıkmalıdır.

Batıda bazı filozoflar toplumlarını etkilemişler. Bu doğrudur. Ancak Camus, Niestzche, Marx, Sartre gibi filozoflar belli dönemlerin belli başlı buhranlarına o dönemin algısı çerçevesinde çıkış yolu aramışlardır. Hatta bazıları uzun soluklu da olabilmiştir. Üstad, bunların hepsini “kör ve sağır bir akış” olarak niteler. Allah’a inanmayı, ahireti, dirilmeyi müjde olarak değerlendirir. Bu müjdeyi bize teklif eden medeniyet ve mensupları bir döneme, bir buhrana, bir kesime değil bütün zamanlara hitap eder. 

Doğu medeniyeti ölümü hemen birçok eserine nakşetmiştir. Ölümle barışık olması ruhu dirilttiği gibi medeniyeti de diriltir. Bu yüzden tek dünyalıların medeniyetlerinin ölümü insan hayatında kovması pek doğaldır. Ancak bir diriliş eri çift dünyalıdır. Bu yüzden ölümle barışıktır. Onun ahireti, dünyasını şekillendirir. Ahireti referans edinmiş bir diriliş yolcusu dünyayı ona göre imar eder. Onun için İslam bir hayır medeniyetidir.

Batı medeniyetinde “insan insanın kurdu” iken Doğu medeniyetinde insan, insanın en büyük derdidir. Bu yüzden Son Nebi, insanlar iman etmediği için dertlenmiş birçok sıkıntılar çekmiştir. Hâsılı kelam, ruhun beslendiği kaynaklar ilahi Belgelerdir. Ruhunu arıtmak, diriltmek için her insan, üstüne çöken günah, kir, dünyevileşme tuzaklarına karşı kendi “dağ”ına çıkmalıdır. Kendi zamanın dışına çıkabilmeli ve oradan kendini izlemelidir. Başını kaldırıp gökyüzüne bakmalı, ayı, yıldızı, güneşi, semanın derinliğindeki muazzam trafiği hayranlıkla tefekkür etmelidir.


İnsan, gök ile yer arasında durması gereken yerde (anlamlı olduğu yerde) yani Allah’ın dur dediği yerde durmalıdır. Bu yerde duran insan diriliş eridir. Diriliş eri medenileşir fakat denileşmez. O, ölümü medeniyet haritasına kalın çizgilerle çizen kişidir.

Yorumlar