İsmet Özel - Üç Mesele

İlk basımından beri kitabın okunurluğunun artışı bir yana, üzerinde yürütülen tartışmalar ve kitaptan hareketle oluşturulan fikriyat için kaynak eser olma vasfıyla; İsmet Özel’in belki de en öne çıkmış eseridir. Düşünce dünyamızı her halükarda tedirgin etme alışkanlığına sahip olan Özel’in, ilk nesir eseri olması yönünden de fikrî yolculuğunun görece başlangıcından izler taşır. Bu izler, rahatsızlık verici hatıralar, artık yatağından beslenemeyen fikirler yahut kabuğunu beğenmeyen kuşun bugüne bıraktıkları değil elbette.

Yayın evinin taleplerine rağmen yazarının beş yıl boyunca ikinci baskısına yanaşmadığı Üç Mesele,adeta mayın tarlasından henüz dönmüş birinin çizdiği bir harita kadar net, açık ve bu netlikte renk yoğunluğu sebebiyle oluşabilecek görme kayıplarının farkında olarak okuyucusundan özen isteyen bir kitap.

Bu özene bağlı olarak ilk yayımlandığı günden beri tartışılan Üç Mesele neden mühimdir?

Önsözünde Özel’in de yazdığı gibi teknoloji, medeniyet ve yabancılaşma konuları, modern dünyanın tezahürüyle ortaya çıkan hemen her şeyi içine alabilecek bir genişlikte konuşludur. Kaba bir tasnifle okuyucuya medenî bir düzenin gereği olarak mevzubahis olacak teknik ve onunla açığa çıkan yabancılaşma konusunda bir farkındalık vermek istemektedir Özel. Bunun en güvenilir yolu olarak da İslâm’ın tecrid safhası diye andığı safhada araştırma yapmasıdır. Bugünün dünyasında, tuzakların, dağılmanın ve yok olmanın eşiğinde yaşarken “neyim, ne yapıyorum, ne ile yapıyorum” sorularıyla kendine yönelen herkesin yüzleşmesinin icap edeceği sorunlardır Üç Mesele’nin özü. Bu özü gereği de yolunu arayan her insan için -verdiği cevaplardan ziyâde,- soru sorma tarzının sıhhati ve uçurumdan korunmanın güvenirliği ile seslenir.

Soru tarzındaki sıhhatten kastettiğimize değinmeden evvel, Özel’in tecrid diye nitelediği güvenlikten söz açmakta fayda var. Çünkü İsmet Özel için felsefî anlamda en önemli soruna karşılık gelen kaygı güvenlikle ilgilidir. Kendisiyle yapılan bir mülakatta ileri sürdüğü “securite ontologique” sorununu İslâm ile çözümleyebildiğine, yalnızlıktan kurtulduğuna değinir. Kendisi için bir şifâ olduğunu söylediği İslâm’la ve Kur’an’a bağlanmak sayesinde kazandığı varoluşsal güvenliğin, aynı zamanda dışsal olarak özgürleşmesinin de yolunu açtığından bahseder.

“Üç Mesele benim İslâm’ı tecrid safhasında kavrayışımın ürünüdür.” diye yazan Özel, bu irtifada Kur’an’ın muhkem âyetlerinin birinci derecede güvenilir kaynak oluşunu vurgularken kendisine dâir de anlaşılması istenen bir konumlandırma yapmıştır: İslâm sayesinde bulduğu güvenliğin ilk adımında Kur’an’ın açık hükümlerini önüne sermiş, yoruma ve teşbihe mesâfeli durmuştur. Belki bunu emniyet supabı olacak bir tavır olarak benimsemiştir. Nitekim kendi yazdıklarında da ihtidasını takip eden uzun bir müddette İslâmî kesimden birileriyle de herhangi bir iletişime geçme arzusu hissetmediği anlaşılmaktadır.

Özel’in Üç Mesele’de soru sorma tarzında görülen sıhhat de bununla paralel olarak izah edilebilecektir: Her ne kadar yazar, makaleleri yeni bir bakış açısı ihtiyacı ile açıklasa da –ki bu özgürlüğe karşılık gelir- tekniğin çok fazla ilerlediği günümüzde insanın varoluşunu doğrudan alâkadar eden soruların en güçlü belirlenimi maddî bir yapılanma ve eşyâya dâir bir nicelikle örtülmüş durumdadır. Bu örtülme de doğal olarak hakikati arayan ya da hakikatle râbıtasını gözetenler ve yani özelde Müslümanlar için kaygan bir zemin haline getirir zamanı. Bu sebeple Üç Mesele’nin asıl konusunun bu oynak zeminde ayakta kalabilmek için gerekli olan sorular ve bu sorularla korunan inanç olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Nitekim Özel bu üç mevzuu ele alırken evvela “bu meselelerin doğru formüle edilmeleri ve varsa bunlara çözüm getirilmesi imtiyazı sanırım Müslümanlara mahsustur.” diyerek yeni bir kavrama ve yaşama tarzının da öncülü olarak inancı gösterir. Nihâyetinde teknik, medeniyet ve yabancılaşma konuları; gayr-i Müslim bir kavrayış ve yaşam biçiminden arta kalan sorunlar olarak ele alınmaktadır.

İslâm’ın bir medeniyet çerçevesinde kavranmasını, Batı tarzı düşünmenin bir neticesi olarak gördüğü için reddeden İsmet Özel, medeniyeti bir tepkime, Batı’ya karşı alınan bir tavır olarak değerlendirmektedir. XVI. asırda Avrupa’da “yalnızca toplumun tarihi görünümünü hesaba katarak değil, aynı zamanda iyimser bir yorumla insanların kafaca ve yürekçe yetkinleşmesinin (mükemmeleşmesinin) tavır ve geleneklerde incelmenin işâreti” anlamında belirginleşmeye başlar medeniyet (civilisation). Özel, İbn Haldun’dan yola çıktığını kaydederek medeniyetin bazı özelliklerini sıralarken aslında medeniyete neden karşı olduğunun da ipuçlarını vermektedir. “Medeniyet, sınıflaşmayı ve insanın insanı sömürmesini öngörür ve elbette sınıflaşma ve sömürü medeniyeti doğurur (…)medeniyetin insanlara sunduğu toplum yapısı Kur’an’a muhaliftir (…) insanların madde karşısında zaaflarının ve maddî gelişmeye mahkûm olmalarının somutlanmış halidir.” Özetle, diyebiliriz ki İsmet Özel için medeniyet; İslâm’dan uzaklaşmış, maddî ve kula kulluğu gerektiren bir düzendir.

Böyle bir düzenin ortaya çıkardığı teknoloji de doğal olarak akıl ile varlık arasındaki bağları koparmak misyonuyla kuşatılacaktır. Bu misyondan ötürü tekniğin masumiyetini sorgulayan Özel, onu “kulluk haddinin aşılmasının bir belirtisi (deyim yerinde olursa bir tağut) olarak görüyoruz” der. Batı medeniyetinin bilimini “ateş hırsızlığı” olarak nitelerken Promete’nin tavrını benimsemeyi de kendini tanrılaştırmak anlayışına dâhil eder. Buradan hareket ettiğimizde, “Batının ilmini alalım, ahlâkını değil” biçiminde özetlenecek görüşe yazarın karşı çıkacağı da bellidir: “İlk bakışta son derece yerinde bir çözüm yolu gibi görünen ve birçok insanın samimiyetle gerçekleşeceğine bel bağladıkları bu yaklaşım, aslında meseleyi hiç anlamamaktan doğan bir ifadedir.” Bugünkü Batı tekniği, Batı’yı var eden bir zihniyetin uzantısıdır ve inancı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle Batı bir bütündür. Müslümanlar için gerekli olan teknik de Müslümanca yaşamanın var edeceği dinamikler neticesinde ortaya çıkacaktır ve “şüphesiz ki Batı’nın silahlarını tesirsiz kılacak özelliklere [de] sahip olacaktır.”

Batı’daki uygarlığın tezahürü Katolik inancındaki ruh ve beden ayrımı ile varlık ve bilinç arasındaki başkalıktan ileri gelir Özel için. Bunun bir devamı niteliğindeki diyalektik algı ve Marksist altyapı-üstyapı ayrımları da bu teolojinin birer uzantısıdırlar. Bu aynı zamanda yabancılaşma kavramının da neden gayr-i müslim bir düşüncenin yaşam biçimi olacağının da izahını içerir: Marx’ın tarihi sınıf çatışması olarak okuması ya da Heidegger’ın insanın dünyaya bırakılmışlığı fikri ve nihâyet postmodern düşüncenin bilinci parçalayıcı tavrı, yabancılaşmaya da gebe olan bir zihin yapısının kodlarını ifşâ eden düşünüş biçimleridir.

Genel olarak değerlendirildiğinde Özel’in üç meselesinin ilki olan tekniğin, belirli bir medenî var olma halinden sudûr etmesi noktasında haklı olduğu görülür. Teknik, her halükarda bir medeniyet dairesinin içinde ve bu medeniyetin dünyayı kavrayış tarzına bağlı olarak gelişen bilimselliğin bir ürünü olarak ortaya çıkar. İnsanın tabiat ile kurduğu ilişkilerde açığa çıkarken tabiatın işlerliğine katılma ya da üzerinde bir tahakküm oluşturma gâyesine hizmet eden tekniği, bugünkü modern uygarlıklara kadar doğa ile uyumlu görürken, bugün doğanın istismarına dayalı olarak sürdürülebilir bulmaktayız. Bu yönden Avro-Amerikan teknolojisinin, kendi uygar anlayışları dâhilinde zorlayıcı, zarar verici, sömürücü ve hatta yok edici olduğu açıktır. Böylesi vasıflara sahip bir tekniği ve buna kaynaklık eden bilimsel verileri alırken, her ikisine de zemin teşkil eden zihniyetten bağımsız kalmak, bu zihniyetin diğer uzanımında ortaya çıkan ahlâkı reddetmek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki bugün dünyayı virüs gibi saran Amerikan kültürü bile artık “trendler” yoluyla sürekli kendini yenileyebilme özelliği kazanmıştır. Özel’in bu konularda bir takım sıkıntılara işâret etmekle yetindiği, çözüm üretmediği eleştirisine karşı kısaca şu söylenebilir ki; onun çözüm olarak yaşam tarzından doğacak teknolojiyi bekleme tavsiyesi bizce makalelerin yazıldığı tarih için- en uygun cevaptır. İslâmî hükümleri, en yüksek düzeyden en süfli ayrıntılara kadar bir bütün halinde ve tümden gelerek icra edebilmek, bugünkü uygarlık krizinin temel problemlerinden olan tekniğin de karşılığını doğuracak ve Müslümanca bir teknolojinin gelişmesinin kapısını aralayacaktır. Nihâyetinde Özel’in, Nuh (a.s.)’un teknolojisinden de Süleyman (a.s.)’ın tekniğinden de bihaber olduğunu düşünmek abes olacaktır.

Özel’in 1980’den önce kaleme aldığı makalelerinde ve kitabında yabancılaşma konusunda kalem oynatması, her şeyden ziyâde onun hâkim durumuyla alâkalıdır. Özellikle sanayileşmiş toplumsallığın bir meselesi olarak yabancılaşmayı Türkiye’de tartışmaya açması, Özel’in her şey olup bittikten sonra yorumlamak yerine bir ön alma gayreti olarak okunabilir. Nitekim 1993’te yaptığı konuşmasından kitaplaştırılan Kalın Türk’te ele aldığı konuların 2000’li yılların Türkiyesi için ne kadar dikkate değer bir baskınlıkta olduğu da buna bir misâl olarak verilebilir.

Özel yabancılaşmayı Batı uygarlığı içinde tartışır ve gayr-i Müslim bir yaşam tarzının ürünü olarak görür. Ne var ki onun yabancılaşmayı Marksist perspektifin bir sorunsalı olarak sanayileşme içinde değerlendirmesi bir yarım bırakma olarak görülebilir. Yabancılaşma olgusu salt modern toplumsal yönüyle kavrandığı takdirde bugün için başat olan şartlara göre tartışılabilirken, farklı bir olabilirlikte yetersiz kalmaktadır. Örneğin Marx’ın anlayışında, doğrudan teknikle ortaya çıkan yabancılaşma insanın insan olmasının bir koşulu olarak ele alınırken; tekniği doğanın istismarı dışında değerlendirmemesi gibi Özel de modern toplumsal hayatın ortaya çıkardığı yabancılaşmayı tarihsel bir zeminde değil bugünün öznel şartları içinde ele alır. Oysa kendisinin de tesbit ettiği ve gayr-i medenî gördüğü dönemlerde –örneğin devr-i saadette- bireysel ve toplumsal anlamda yabancılaşmayı gerektirmeyecek durum ve gelişmeleri öne çıkarmaması ve bu olguyu sadece gayr-i İslâmî olarak nitelemekle yetinmesi salt eleştirel yaklaşım olarak durmaktadır.

Belki de eleştirelliğiyle mahdut bu değerlendirmesini Özel; tekniğin nasıl İslâmî olabileceği ve yabancılaşmanın toplumsallığı kuşatmasının önüne nasıl geçileceği sorularına daha kesin cevaplar arasaydı kendisinin de sonraki basımlarının önsözünde belirttiği gibi Üç Mesele genişleyecek, dallanıp budaklanacak ve ortaya neticede başka bir eser çıkacaktı. Ne var ki Özel bunu yapmadığı için bugün yürürlükte olan kavram kargaşasına bir katkı sağlamaktadır: Medeniyetin ne olduğundan çok, ne olmadığı üstüne giden Özel, onu tümden reddetmenin rahatlığına da kavuşmuş görünür. Fakat böyle bir yorumda da gözden kaçabilecek olan husus, Özel’in medeniyet ile kastettiğidir ki bu sorgulanmadığı takdirde medeniyet tartışması muallakta kalabileceği gibi İsmet Özel’in söyledikleri de “yine” anlaşılmazlık hanesine dâhil edilecektir.

Özel’in medeniyet olgusunu Batı düşüncesinin bir uzanımı sayması, şeklen bir yere yerleşiyorsa da tam anlamıyla bir ağırlık taşımıyor. Batı’nın medeniyet diye andığı uygarlık, kendisinin de çok güzel bir şekilde yakaladığı gibi bir tahakküm aracıdır: Batı, bugün dahi medeniyet kavramı yerine demokrasiyi oturtarak, uygar bulmadığı, demokrasi tanrısına tapınmayan tüm topraklara bomba yağdırmaya devam ediyor. Sosyal darwinizmin bir vetiresi olarak uygarlaşma ilkel adamın, azgelişmiş toplumların Batılılaşmasından fazla bir anlama karşılık gelmiyor. Özel de zaten bu sebeple “ben sünnete uygun olarak üç parmağımla yemek yiyeceğim” demenin dün için fundamentalizm, -bugün de terörizmle eşdeğer A.H.- olduğuna işâret ediyor. Öyleyse İsmet Özel bir medeniyet karşıtı değil uygarlık karşıtıdır diyerek onun Kur’an ve sünnetin boyadığı toplumsallık özlemini de karşılayacak bir tasnife gitmek gerekmektedir. Zaten böylece boyanmadığında ya da boyası kalktığında Özel için toplum değerini yitirmektedir ki sadece kelime farklılığıyla o bu durumu medeniyetle tanımlamaktadır.

Neticede Özel için “Teknoloji bir azgınlık, medeniyet çürüme ve yabancılaşma düşüncesi bir gururdan ibarettir.” Bunların tedavisi de kendi şahsî tecrübesinin bir sonucu olarak ona şifâ verdiğini söylediği İslâmiyet’tir. Gayr-i İslâmî bir varoluş algısı ile yaşam tarzının ortaya çıkardığı bu sıkıntıları aşmanın yegâne yolu da İslâm ahlâkının savunmasıyla olacaktır. Son söz olarak; evet, İsmet Özel “kuvvete karşı ahlâk”ı savunur Üç Mesele’de ve bu yönüyle bile bugün daha etkin olan sanayi toplumlarının temel sorunlarına, zamanın dışından girdiği bir tartışmayla yollar gösterir.

Yorumlar