Felsefeyi Öldürüp Yeniden Diriltmek!

Yeri yurdu Hindistan’dır. Uzun, kuvvetli bir gagası vardır. O gaga da ney gibidir. Gagasında yüze yakın delik vardır. Bu kuşun eşi de yoktur. Her delikten bir başka nağme çıkar, her nağmesinin altından da bir başka sır. Sesinin güzelliğinden bütün kuşlar susarlar. Ömrü bin yıla yakındır. Öleceği vakti bilir. Öleceği vakit çalı çırpı toplar, onları çepeçevre yığar. Tam ortasına geçer ve yüzlerce türlü nağme ile feryada başlar. Hem feryat eder hem de ölüm derdinden gazel yaprağı gibi titrer. Feryadını duyan kuşlar onun ağlamasına ağlar, bu ağlama yüzünden bir kısmı dermansız bir halde ölür. Bir soluk ömrü kaldığında şiddetle kanatlarını çırpar. Kanadından bir kıvılcım sıçrar, alev alır. O ateş çevresindeki çalı çırpıyı tutuşturur; ve tamamıyla yanar gider. Külde bir zerre bile ateş kalmayınca o külden bambaşka bir Kaknüs kuşu meydana gelir.[1]

Evet yukarda Feridü’d-din Attar’ın Mantıku’t Tayr’ından iktibas ettiğimiz bir türden yok oluş ve yeniden doğuşu, kevn ve fesadı farklı alanlara teşmil edebilir, felsefeyi de bu alanlardan biri görüp bu kapsam içine alabiliriz.

İnsan zihninin ürünü olan felsefe ilk insanla başlamıştır. Bu gün dünyamız, Harvard Üniversitesi Yer ve Gezegen Bilimleri enstitüsünden Dr. Stein B. Jacobsen’e göre Tam 4,577 milyar yıl yaşındadır.[2] İnsanın dünyanın oluşumundan daha sonra var olduğu ve kesin olmamakla birlikte ilk insanın bundan yaklaşık olarak 55 bin yıl evvel yaşadığını biliyoruz. Bu noktadan itibaren acımasız olmak ve bu kadar yaşlanmış olan bir bilimin, yaklaşık olarak 55 bin yaşında, ölüp tekrar Kaknüs kuşu misali küllerinden doğmasını istemek durumundayım. Ve artık bilgi kirlenmesinin hat safhaya ulaştığı günümüzde ucu bucağı olmayan bir derya gibi görünen ve fakat olduğu yerde duran, birbirinin tekrarı niteliğindeki statik felsefi söylemlerin ortadan kalkması için çalışmalı, küllerinden doğan yeni bir bilimin oluşması aşamasında felsefe severler olarak topyekûn ubudiyetle çalışmalıyız.

Bu çalışma esnasında farkında olmamız ve belki de en çok üzerinde durmamız gereken nokta; yeniden doğuşun oluşumunda tek bir kuram yahut kişiye bağlı kalınmaması gerçeğidir. Zira kuramlara, yaklaşımlara aşık olunmaz.

İnsanlar kendi inançlarının, düşüncelerinin, tavır alışlarının doğru olduğuna inanırlar ve kendi doğrularının yok oluşunu ve her zerresinin kül olmasını izleme cesaretini ne yazık ki gösteremezler. Bu da önce insanı, sonra grubu ve daha sonra toplumu ve haliyle felsefeyi statik bir konuma sokar. Oysa eleştirel bir düşünceyle doğrularımızın üzerine gitsek ve yaksak onları, bu sayede doğrularımızın duman olan kısımlarına nasıl bu ana kadar prangalara vurulmuşçasına bağlı olduğumuzun ızdırabını ve dahi küllerinden yeniden doğan kısımlarıyla da doğrularımızın doğruluğunun bir kez daha haklı gururunu yaşasak o zaman gerçek felsefeyi, felsefi davranışı sergilemiş olacağız.

Bilenler bilirler Nasreddin hocanın başından geçen şu ibretlik olayı ;

Mollanın biri bakmış, Hoca Nasreddin sokak lambasının dibinde, iki büklüm eğilmiş, yolda bir şeyler arıyor. Sormuş:
“Hocam hayırdır, orada öyle ne arıyorsun?”
“Evin anahtarını düşürdüm de onu arıyorum.”
“Orada mı düşürdün anahtarını?”
“Yok, şu karanlık sokağın ortasında düşürdüm.”
“Bre Hocam, insan anahtarını düşürdüğü yerde arar, sen niye burada arıyorsun ki”
Nasreddin Hoca, Mollanın suratına bakmış, bakmış, sonunda şöyle demiş:
“İlahi Molla, anahtarı karanlıkta nasıl bulayım, burası aydınlık ondan burada arıyorum”

Denebilir ki doğrularla yüzleşmek, tarihi anlamda her alanda her konuda söylenenlerin aydınlık olduğunu kabul etmek ve kaybettiğimiz her şeyi bu sokak lambası şebihliği, benzerliği, gösteren tarihsel bilgiden, bizim alanımıza irca eder isek eğer, her doğrunun felsefe tarihi içinden çıkmasını beklemek acı çekmektir. Zira bahsettiğimiz ön kabullerimiz içinde her ne kadar doğrularımız var ise de, aradığımız bilgilerin bazıları her ne kadar günün birinde, asırlar evvelinde birileri tarafından şöylenmişse de; yaşadığımız son yüzyılda duru su misali olan ve fakat bizim hunharca bulandırdığımız felsefi düşünüş ortamımız, Nasreddin hoca misalindeki anahtarımız, kim bilir belki de sokağın karanlık kalan tarafındadır.

Şu gerçeği söylemek durumundayız ki kesinlikle geçmişi silip atma niyetinde değiliz; zira “Eski hatalardan kurtulmak için, bütün eskiyi ortadan kaldırmak isteyiş, pirelerden kurtulmak için yorganı, hatta bütün evi yakmaya benzer ki bu da tembel bir hizmetçinin işidir.” [3]

Yapmak istediğimiz asıl iş, felsefe alanında yapılmış olan tüm çalışmaları alegorik bir ifade ile öldürmek yahut yakmaktır. Bu yanma sonucunda geriye duman olup gitmiş, yalan yanlış bilgilerden soyutlanmış, küllerinden yeniden doğan Kaknüs kuşu kalacaktır.


[1] Attar Feridü’d-din, Mantıku’t Tayr, çev: Çiçekler, Mustafa, sy:231, Kaknüs Yayınları, 2006, İstanbul
[2] Bilim Teknik Dergisi, Tübitak, Temmuz 2003
[3] Nurettin Topçu

Yorumlar