Düşünün Bakalım


Vurana vurursunuz. Vuramazsanız kaçarsınız. Kaçamazsanız eğer yersiniz dayağı.

Fakat vurana vurmak imkanınız varken vurmuyor, üstelik kaçıp gitmiyor, üstelik de başınızı eğip darbeleri sinenize çekiyorsanız, size ne demeli?!

Körpe fidanı topraktan yolmak istediler, ama gelmedi. Eğmek istediler eğilmedi. Keçiyi boynuzundan tutup sürüklemek istediler, ayak diredi. Atı ürkütmek istediler, çifte attı. Köpeğin önünden kemiğini almak istediler, saldırıp daladı. Nehri yolundan çevirmek istediler, yoluna devam etti.
Ama Sen!

Sana vursalar, vururdun. Eğseler eğilmezdin. Sürseler, sürülmezdin. Soysalar, soyulmazdın. Çevirseler, çevrilmezdin. Öyleydin ki assalar, ölmezdin.

Ve Sen!

Bir getirene on verirdin. Komşu hakkı gözetirdin. Konu hak gözetmekse eğer imanlı imansız ayırmazdın. Evini rahatını döşeğini bırakır, çamlı dağları aşar, kızgın çölleri aşar, yaptığın işler güttüğün davalarla insan takatini aşardın. 

İddia ediyorlar ki Arap harfleri zormuş, kimse öğrenemez okuyamazmış, latin harfleri okuyup yazmayı yaygınlaştırmış, insanların bilgi düzeyini yükseltmiş… Etrafıma bakıyorum. İddiaların hep aksini görüyorum. Okuma yazma bilenlerin sayısı şu elli yılda yüz kişide elli kişiye bile çıkarılamamış, üstelik okuyup yazanların hali pek acıklı. İçlerinde okuldaki mecburi kitapların dışında kendi iradesiyle kitap alıp okuyan parmakla sayılacak kadar az. Oysa benim dedem mesela basit bir marangozdu. İki zahire sandığı dolusu kitabı vardı, ağır ağır kitaplar, tefsirler, Gazaliler, Camiler, Mevlanalar… 

Ne mi oldu bunlar? Okuma yazma bilmeyenlere miras kaldı. Okuyabilenler de okumadı. Zira toprağa gömdüler. Devletin memurları baskın yapar, yakalarlar, vay bu harfleri mi okutur, okursunuz diye hapse atarlar diye toprağa sakladırlar. 

Nasıl olmuşsa bilmiyorum, vurmuşlar bize, biz vurmamışız. 

Bu anlattığımız küçük bir misaldi. Kaçabilir miydik bilmiyorum, kaçmamışız, gömmüşüz toğrağa kitapları. 

Acaba vurmak bitti mi? Acaba vurdular vurdular bitti mi? Yoksa hala vurmakta mıdırlar? 

Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar. Bize neler yasak, şunlar bunlar. İşte bu yasakları, bu haramları televizyonun bizim hanemizin içine kadar getirir her çeşidini, barını, umumhanesini, meyhanesini ve biz oturur Müslümanlığımızla, karımız kızımızla onu seyrederiz. Ve sonra deriz ki, nasıl oluyor da mukaddesatımız elden giderken, bize vururlarken ses etmez, vurana vurmayız. 

Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda değil cihat etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır? 

Cahit Zarifoğlu - Bir Değirmendir Bu Dünya

Yorumlar